- Amasya İlahiyat Dergisi
- Issue:15
- İmâm-ı Rabbânî’nin el-Mektûbât İsimli Eseri Bağlamında Nakşibendiyye Şeyhlerinde Bulunması Gereken V...
İmâm-ı Rabbânî’nin el-Mektûbât İsimli Eseri Bağlamında Nakşibendiyye Şeyhlerinde Bulunması Gereken Vasıflar
Authors : Mevlüt ÖZÇELİK
Pages : 363-393
Doi:10.18498/amailad.780597
View : 11 | Download : 6
Publication Date : 2020-12-30
Article Type : Review Paper
Abstract :Bu makalede İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî’nin bakış açısıyla tasavvufî eğitimin merkezinde bulunan şeyhin taşıması gereken vasıflar ortaya konulmaya çalışılacaktır. “Tasavvuf, kâl ilmi değil hâl ilmidir.” sözü, tasavvufî eğitim sisteminde şeyhin önemine dikkat çekmektedir. Zira tasavvufî terbiye, kitaplardan öğrenilen bilgilerle değil, bu terbiyeyi nefsinde tatbik etmiş olan icazetli şeyhler vâsıtasıyla aktarılmaktadır. İmam-ı Rabbanî’ ye göre hakîkî şeyhler, insanları irşât etme konusunda Resûlullah' ın (s.a.v.) vârisleridir. Ancak sahih bir tasavvufî eğitimden bahsedebilmek için bu eğitimi verecek olan şeyhin, bazı vasıfları üzerinde taşıması da gerekmektedir. Şeyh, öncelikle Resûlüllâh'ın (s.a.v.) ilmî mirasına sahip olmalıdır. Onun ilmî mirası, “ahkâm” ve “esrâr” ilimlerinden oluşur. Ahkâm ilimleri, şerîatın aslını oluşturan zâhirî ilimler, esrâr ilimleri ise tasavvufî mârifetlerdir. Ahkâm ilimleri ağacın kökü, tasavvufî marifetler ise o ağacın meyveleri gibidir. Köksüz bir ağacın meyve vermesi nasıl imkânsız ise ahkâm ilimleri olmadan tasavvufî mârifetlerin ortaya çıkması da imkânsızdır. O halde tasavvufî terbiye ile meşgul olan şeyhin, her iki ilme de hâkim olması gerekmektedir. Şeyh, Resûlüllâh’ın (s.a.v.) sünnetine harfiyen mutabakat etmelidir. Bu mutabakatın yedi derecesi vardır. Birinci derece, îmân edip şerîatın zâhirî hükümlerini yerine getirmekten ibaret olup avam Müslümanlara aittir. İkinci derece, ahlâkı güzelleştirme, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi gibi konularda Resûlüllâh'ın (s.a.v.) söz ve fiillerine tabi olmayı ifade eder. Bu derece, kendisine tâbi olunan bir şeyhin gözetiminde bulunan tarîkat ehline mahsustur. Üçüncü derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) mânevî hal ve zevklerine tabi olmaktan ibarettir ki bu, “husûsi velâyet” makamındaki velilerin derecesidir. Dördüncü derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) vârisi konumunda bulunan ilimde rüsûh sahibi âlimlerin derecesidir. Bu dereceye, Resûlüllâh'a (s.a.v.) tam manasıyla uyup bid’atların her türlüsünü terk etmekle erişilir. Beşinci derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) kemâlâtına tabi olmaktır ki bu, Ülü’l-Azm peygamberlere ait bir derecedir. Altıncı derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) “mahbûbiyyet” makamı ile ilgili kemâlâtına tabi olmaktır. Son olarak yedinci derece ise mutâbaat derecelerinin tamamını içine alan en kapsamlı derecedir. Bu derecede tâbî ile metbû arasında büyük bir benzerlik vardır; ancak yine de tâbi başka, metbû başkadır. Şeyh, “sekr” ehlinden değil “sahv” ehlinden olmalıdır. Bu da bir şeyh-i kâmil-i mükemmil gözetiminde mânevî gelişim sürecini tamamlamakla mümkün olur. Sekr halinde bulunan birinin, müritleri terbiye etmesi imkânsızdır. Bu haldeki kimselerin, şerîatın zâhirine ters düşen sözlerine itibar edilmez. Ayrıca şeyh, müritlerine karşı nasıl davranması gerektiğini bilmelidir. Şeyh, “istihare” yapmadan kendisine her müracaat eden kişiye tarîkat talimi yapmamalı; müritlerinin çokluğu ile övünüp şöhret peşinde koşmamalı; müritlerini eğitirken sadece Allâh'ın rızasını kazanmayı hedefleyip hiçbir menfaat gözetmemelidir. Yine şeyh, müritler için örnek bir şahsiyet olduğu bilinciyle hareket etmeli; ruhsatları terk edip azîmetler ile amel etmeli; her hususta ve özellikle kadın müritlerine tarîkat talimi yapma konusunda şerîatın sınırlarını aşmamaya hassasiyet göstermelidir. İmam-ı Rabbânî'ye göre yukarıda sayılan vasıfları üzerinde taşıyan şeyh, hakîkî şeyh, bu vasıflardan yoksun olan şeyh ise eksik şeyhtir. Eksik şeyh, tıbbî bilgileri eksik olan doktora benzer. Nasıl ki eksik doktor, kendisine başvuran hastanın maddi hayatını tehlikeye sokarsa eksik şeyh de kendisine intisâb eden müridin mânevî hayatını tehlikeye sokar. O halde tasavvuf yoluna sülûk eden bir mürîd, intisâb edeceği şeyhin, hakîkî şeyhin vasıflarını taşıyıp taşımadığına dikkat etmelidir. Aksi takdirde mürîdin kemâle ermesi imkân dâhilinde değildir.Keywords : Tasavvuf, İmâm ı Rabbânî, el Mektûbât, Şeyh, Mürit